27 Ocak 2011 Perşembe

Özhan'da Eski Manitayı Görmek

Geçen gün evde oturuyorum, canım da nasıl sıkılıyor anlatamam. Birisi arayıp “kalk dağa çıkalım” dese kalkar giderim valla o derece. Facebook’ta, Twitter’da falan dolandım ama onlar da kesmedi. Kitabımı açtım, ı-ıh fayda yok. Sıkıntıdan patlamak üzereyim yani. Dışarı da çıkmak içimden gelmiyor. Neyse bir saati geçirdim şöyle böyle. Ama sonra bu sıkıntı yine geri geldi.

En sonunda canıma tak etti, bizim evin yakınındaki Özhan markete gitmeye karar verdim. Market dediğime de bakmayın ha, AVM gibi mübarek. Reklama girer mi bilmiyorum ama, hani “Özhan marketler zinciri; siz nerede biz oradayız!” gibilerinden sloganları var. Her neyse, iki adım yer diye geçirdim en dandik eşofmanlarımı üstüme. Saçım da karman çorman, bir tarafı sola yatmış bir tarafı sağa. Düzeltmek falan içimden gelmiyor. Pejmürde bir haldeyim yani. En kirli spor ayakkabılarımı giydim, cebime birkaç kuruş para attım ve asansöre bindim. Tam aşağı inince, ortalık birden bire bulanık görünmeye başladı. Neredeyse yere düşecektim lan! Başım döndü, gözüm karardı falan. N’oluyoruz dedim.

Sonra fark ediyorum ki, bende bir şeyler eksik. Doğru düzgün yürüyemiyor, doğru düzgün düşünemiyorum. Neler olduğunu anlamakta ilk başta güçlük çeksem de sonradan anladım ki; gözlüğüm eksik! Evet, nasıl unutabilmişim ki can parçamı takmayı? O yüzden bulanık görüyorum, o yüzden doğru düşünemiyorum. Bunu en başta fark etmem gerekirdi. Sonra da “Amaan boşver 40 saat duracak halim yok ya, iki çikolata alır dönerim” diye düşünüp Özhan’a daldım.

Tabii flu görüyorum her tarafı. İdare edebileceğimi sanmıştım ama, yok abi valla çok zor. Ben de resmen köreltmişim gözlerimi yani, lanet gitsin bana. Bunun hikayesi de ayrı. Belki salak diyebilirsiniz ama, küçükken, ortalıkta Harry Potter furyası gezinirken, ben de gözlüklü olmak istiyordum. Harry gibi bir gözlüğüm olsa yeterdi, yani sihir yapmasam, süpürgede uçmasam ve asam olmasa da olurdu. Sadece gözlük. Ben de böylece bol bol kitap okudum, televizyonu, ekranının içine girerek izledim veeee, işte sonuç. Önce 0,50 numara başladı, daha sonra 1,50ye çıktı. Aferim bana, kafama s..çayım yani!

Çikolata reyonuna yöneldim, 2-3 tane metro aldım. Ama el yordamıyla seçiyorum yani o derece. Çikolataları bırakıp cipslere yöneldim. Ama cipslerin olduğu rafa geçebilmek için iki tane kızı yarmam gerekiyordu. Kocaman, bavul gibi çantalı kızları yardıktan sonra ulaşabildim rafa.

Doritos mu, Ruffles mı yoksa paraya kıyıp Pringles mı alsam derken, az önceki koca çantalı kız yanıma geldi ama yüzüne bakmıyorum tabii. Yani ona aldırdığım falan yok. Yüzüne deseniz, bakmadım bile. Çünkü baksam da, anca dibine kadar girmem gerekiyor, seçemiyorum çünkü.

Bakmaya devam ediyordum ki, kız birden hafifçe eğildi –göz ucuyla gördüm eğildiğini- ve ismimi söyledi.

“Batu?”

Tamaaam. Şimdi dur bakalım orada Batuhan efendi. Yanı başındaki biri ismini söyledi, demek ki seni tanıyor. Peki bu durumda ne yapacaksın?

1- Yüzünü görmek dahi istemediğin biri olabilir. Bu yüzden tanımamış gibi davranabilirsin veya “Ah telefonum çalıyor affedersin!” bahanesiyle onu savuşturabilirsin

2- Ortaokulda hiç hazzetmediğin birisi olabilir.

3- Veya kör kütük kavga ettiğin birisi

4- Ve geriye kim kalıyor… eski sevgili.

Kafamı kaldırıp şöyle bir bakıyorum, benden hafif kısa ve sarı saçlı hatuna. Evet! Şey, Aman Tanrım! Olamaz, hayır hayır, no no no, oh may gart! Yok oh may gad. Bu…bu, şey, bu… Tamam ismini boşverin de, bu… ESKİ SEVGİLİM ULAN! Dur takma isim bulayım bir de şuna. Gerçek ismini vermeyeyim kızın. SibelCan olsun bari, ne alakaysa ben de anlamadım.

“Aaaa, SibelCaaaan?” diyorum en “şaşırmış” ses tonumla. Şu anda da öyle bir tipim ki anlatamam. Saçlarım dağınık, pis… Ayrıca gözlüğüm olmadığından dolayı, seçebilmek için yüzümü ekşitiyorum. Pejmürde, b.k gibi bir haldeyim ve kalkmış eski sevgilimi görüyorum. Olamaz ya şaka gibi! Tamam, neden bu kadar panikliyorum onu da bilmiyorum sonuçta şu anda iyi giden bir ilişkim de var. Ayrılalı olmuş 3 sene. Dur, galiba niye paniklediğimi buldum: kız hala onu seviyorum sanacak. Evet! Diyecek ki, “Ayrılalı üç sene oldu ama, çocuk beni unutamamış baksana haline, iğrenç. Aha aha aha aha nalet olsun çok cazibeliyim lan!”

S.ktr s.ktr s.ktr

Elini dostça uzattı sonra. Kızla da bayadır konuşmadık şaka maka ha, Facebook’u falan da yok. Yani ayrıldığımız günden beri konuşmama ihtimalimiz var. Hoş, nasıl ayrıldığımızı bile unuttum ya neyse.

“Nasılsın?” diye devam ediyorum yüzümde garip bir ifadeyle.

“Aaa, çok iyiyim çok” diyerek koccaman gülümsüyor SibelCan. O eski tipi kalmamış, oldukça değişmiş. Altın sarısı saçları da gittikçe koyulmaya başlamış. Belki de kendi boyamıştır bilemeyeceğim şimdi ruh halini falan.

“Sen neler yapıyorsun?”

“Eheheh napiim işte, alışverişe geldim…”

SibelCan’ın yüzü ışıldıyor birden ve işaret parmağını “bekle” anlamında kaldırıp birden arka reyona geçiyor. Ben de afallıyorum ve salak salak etrafa bakmaya devam ediyorum. Ama sonra kolunda saçları dikik bir çocukla dönüyor.

“Bu da sevgilim Buraaak” diyerek çocuğu bana sunuyor. “Burak, bu da eski bir arkadaşım Batu.”

Çocukla el sıkışıyoruz. Yakışıklı çocuk. Seçebildiğim kadarıyla mavi gözlü falan. Eh, SibelCan’a da tam uymuş, benim gibi pejmürde falan değil ki. Ayrıca güzel de giyinmiş, benim gibi çamaşır suyu lekeli eşofmanı yok.

Bu iki çift ayrılıyor sonra marketten. Ben de yine pejmürde ve kör bir halde kalıyorum. Okuldan çıkmış ergen çocuklar başıma toplanıyor yine. Eee ne demişler, “Körler sağırlar birbirlerini ağırlar.”

Marketten çıkınca da düşünmeden edemiyorum. Eski sevgilimi görünce o kadar sorun yapmama ne gerek vardı? Yani tamam tipim çok hoş değildi ama o kadar da aldırdığını sanmıyorum. 8.sınıfta çıkmıştık ve o zamanlar resmen, tam anlamıyla bir ergendik. Zaten iki ay falan çıkmıştık, o zamanlarda da birbirimizi hiç sevmemiştik. Şu anda da onu sevmiyorum, o da beni sevmiyor.

Bu SibelCan’la ilgili değil aslında. Mesela onun yerine orada en yakın arkadaşımı bile görsem yine rahatsız olurdum tipimden dolayı. Çünkü neden! Çünkü şu yüzden; insanların karşısına bakımsız çıkmayı sevmem. Zaten saçlarım çabuk yağlanıyor (yanlış anlaşılmasın, vıcık vıcık yağlı dolaşmıyorum) ve uyandığım zaman öyle bir şekle giriyor ki, şekle sokmak için akla karayı seçiyorum. Öyle işte.

SibelCan sayfasını da kapattıktan sonra, mutlu mesut bir şekilde abur cuburlarımı yemek için eve yollanıyorum.

1 yorum:

oh teşekkürler! sosisli pasta kazandınız